Bağrışlar-haykırışlar arasında tükenmeye yüz tutan bir ömrün mutluluğa kucak açmasını beklemişsen yıllarca, aralanan huzur kapısına bir an önce adım atmanı dilerdim. Bir kabus gördüysen ve onu gerçek yaşamın sanıp-aldandıysan, bir an önce uyanmanı isterim. Karanlık bir silueti kendin farzetmişsen, güneşlikleri de kaldırıp pencereni açıp güneşi görmeni temenni ederim. Lafazan bir şerrin fısıltılarına kanacağına, sığ düşünceleri hayatında kurallaştırıp-kalıplaştıracağına, iyilikleri kategorize edip tamuda tapıyorsan sözde ilahlarına, bunlardan sıdkının sıyrılmasını-kurtulmanı dilerim. İçindeki mutluluğu salamura edip, onu sonsuza dek taşımanı çok ama çok isterim.
Ne fırtınalar koptu hayatta ama sen hala varsan dünya’nda, şükürlerini sunmalısın her gün yaradana. Göz açıp kapatıncaya geçer zaman, yenilgiler büyütür insanı, acılar olgunlaştırır-mutluluğa ulaştırır.
Bir bebeğin ilk çığlığıdır hayat, ‘ben de geldim’in sevincinin bu çığlığıdır var olmak. O bebeğe sahip olmaktır hayatın mucizelerle dolu olduğu inanmak. O bebeğin sana anne-baba demesidir mutluluk ve o bebeğin anne-baba’sının ölmesidir fani hayat. O ölüm arkasından dökülen yaştır acı, o kayıptır buhran, o eksikliktir mahvolmak. O bebeğin anne-baba olabilmesidir sonsuzluk. Bu döngüye gizlenmiştir hayat. Kimileri agnostik bulur bu durumu kimi ise düşer bu düşte bir ömür boyu…
Karanlık bir gece geçirsende ‘diğer gün güneş tekrar doğacaktır’ umudunu bilmektir huzur. Bu dünyanın faniliğini aşıp asıl yaşayacağın ömrü düşünmektir ebediyet. Kuşların cıvıltısını, rüzgarın anlattığı fıkrayla kikirdeyen ağaçların kıpraşmasıdır asıl musiki. -A-cı, -Ş-evk ve -K-eder’in sevişmesiyle oluşur aşk ve yağmurun toğrağa, arının çiçeğe duyduğudur gerçek aşk.
Yalansız,riyasız, şüphesiz,siyahsız bir ruhun riyaset makamına oturup, kadem kadem ilerlemesine tanıklık ediyor, hayalin toz pembesini gerçeğin bilinmezliği ile karıştırıyor ve bu iksiri insanlar sunuyordun. Parçalı bulutluydu belki hayatın ama zifiri hayalleri kapı dışarı ediyordun panjurları eksik olan evinden. Şeytanın ahı tutmayacaktı daha ve ‘karlar düşer, düşer düşer ağlarım’ demeyecektin bundan sonra. Bazen yanına siyah paltolu ve siyah rugan ayakkabılarıyla biri gelecekti siyahi düşünceleriyle beraber ve sorular soracaktı sana :
‘Mutluluğu acılardan sonra tatmak, körelmiş bırakmaz mı tat duygunu? Şüphelerle oturtulan sevgi inanır mı yıkılmayacağına, ölsen dahi yok olmayacağına?’
‘Mutluluk sadece daha az acı çekince duyduğun his değil midir? ‘
‘Mutluluk anlık, gelip geçiyor ama acı öyle mi? Bir saplantı bir uçurumdur acılar. Sonsuza dek düşersin ama sonu yoktur. Takıldı mı bırakmaz seni.’
Ama sen bunların kabustan ibaret olduğunu bilecektin. Nefes almak kadar kolaydı bazen mutlu olmak. Telaşsız cümleler kurmak, kasılmadan konuşmak, içinden geleni yapabilmekti gerçek yaşamak. Kahkahalarını sorunsuzca bırakmak ve gülüşlerinin-sevinçlerinin başkalarına bulaştığını görmekti güzel olan. Her güzel şey filmlerdeki gibi kurgulanıp kötüye yorulmazdı, kötü senaryoları sevmezdi insanlık, başrolde bile olsa oynamazdı bu senaryoda-istemezdi.
Bazen kötü bitecek gibi görünen hayatlar, aslında iyiyi hep içinde bulunduruyorlardı.
Mutluluk ötesine geçip, sevgi gözlükleriyle bakıyordun, neşe atıyordun karanlık ateşine ve söndürüyordun onu.
Ab-ı hayatı kana kana içiyordun ve her geçen gün cebinde taşıdığın umut anahtarcıklarının farkına daha da varıyordun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder